07 Temmuz, 2020

Merhaba


Selam... Önce selam, sonra kelam demişler. Öyle bir anlatasım var ki, öyle şeyler birikti ki içimde instagram postları kesmeyecek. Tweet zaten hiç kullanamadım. Sınırlılık fikri bana uygun birşey değil.. Öyle şeyler yaşadım, dinledim, gördüm, izledim ki #evdekal sürecinde. Bir yerden artık anlatmaya başlasam iyi olacak. Uzun bir yazı planlıyorum. Parçaya bölerim belki ama parçaya böldüklerimin hepsi taslakta kayıtlı şu an.
Öncelikle anlatayım ben kimim diye? Şu an gündelik sosyal medya varlığımı şu hesaptan sürdürüyorum. Az çok fikir edinmek isteyen şimdilik anonim hesaptan bakabilir. Muhtemelen birçok kişi de oradan geldi okumaya😂. Çok dolu dolu bilgilerle yaşadığım zamanlarda açmıştım blogu. Hepsi yerleşti, kimileri çıktı, kimileri daha pratik hal aldı bizim için. Basit bir anlatma yeri burası zaten. Neyse konuya geçeceğim hemen..
Birşey yaparken birşey daha yapmak fikri nereden ilk girdi aklıma bilmem. Bazen bunun beynimin kendi sesini duymamak için ürettiğim savunma mekanizması olduğunu bile düşünüyorum. Ama kendi kafam içinde bile kendimle ne kadar konuştuğumu az çok bilenler vardır elbet bu yazıyı okuyanlar arasında :) Not: Şizofren değilim. hayır çoklu kişilik bozukluğum da yok :) Yani o kadar zihni sinir proceler, fikirler vahiy yoluyla gelmiyor sonuçta. Tamam kabul, kötü bir fikir üreticisiyim. Her zaman hayata geçmesi kolay olmuyor fikirlerimin. Ama yıllar sonra birilerinin geçirdiğini mutlaka görüyorum. Bu bile yetiyor.
Son fikrim de tanıdığım değişik kafalı kadınlarla yolculukları üzerine röportaj. Annelik değil yahu. Sadece anne ya da kadın değiliz, sadece girişimci değiliz biz. Bahse değer yönlerimiz bunlardan ibaret değil. Neyse önce kafamdakileri ifade etmem lazım. Sonra başkalarına geçeriz. Eee gene dağıttın konuyu be hatun. Bağlamımı kaybetmedim ama. İş yaparken boş duramayanlardanım. Elim iş görürken kulağım boşta kalsın istemem. Müzik mi? Anı tazeleme, o anki ruh halinde derinleşme  gibi bir etkisi olmayacaksa kolay kolay seçeneğim olmaz. Önceden radyo dinlerdim. Sonra radyo porgramlarını indirip dinledim. Şimdilerde de favorim podcastler. Geçelim başka konuya...
Son 1 senedir iphone kullanıyorum. 128 gb hafıza ile hatrı sayılır sene kullanırım demiştim. Şimdi de diyorum ki iyi gaza gelmişim. Onunla ilgili de procelerim vardı aslında o yüzden alınmıştı telefon. Hala yapamadım ama yapma umudu ile telefonu kocama devrettim. Açık ve net söylüyorum ki Iphone almayın, aldırmayın. Sınır problemim olduğunu demin demiştim değil mi? Feci tetikleyen birşey ios sistemi. Şimdi azıcık teknik terim kullanacağım ama en güzel şey alyernatifler. İşletim sisteminde açık kaynak kodlu yazılımlar(bilmeyenler için örnek Pardus, Ubuntu,) tercihim. Niye? Sistemin en altına kadar nüfuz edebilmek mümkün. Sınırları kendin belirliyorsun. Bu nedenle piyasadaki teknoloji devlerinden en sevdiğim adam Elon Musk. Neden? Araba çizimlerini, uzay roketlerinin yapısını bile paylaşıyor adam daha ne yapsın? A pardon Ad Astra'nın müfredatını paylaşsa bak olabilir :) İşte böyle. Eğitimde alternatifler, ekmeğe alternatifler, ilaca alternatifler gibi gibi tuhaf yerlerde iken ios gibi aşırı aşırı kapalı bir sistemden veri transferi ciddi zorluyor. Ay bir de o nedir yahu? şarj girişi ile kulaklık girişi aynı delikten olur mu? Sistemi sürdürülebilir kılman için kablosuz kulaklık alman lazım. Şarj aleti kimsenin kimseye uymuyor. İşletim sistemleri arasında direkt transfer olamıyor. Evrakları sürekli kendime mail atıp indirmekten gına geldi. Bazen gönderdiğim format bile okunmuyor. Yahu çok teknik yazmıyorum. Basit bir form doldurmak için okulda kaç teneffüs harcadım. Sistemin sirküle olması için MacOs sistemli diğer cihazlarla desteklenmeli. Yani anlayacağınız çok parası olan değil, mecbur olan kullanıyor ipad'i, iMac'i. Başka nedenler de vardır elbet ama onları da siz hayal edin. Çok da zor olmasa gerek.
10 günü geçti hala sistem taşımaya çalışıyorum. Neyse efendim, yeterince sitem ettiğim için devam ediyorum kaldığım yerden. Android'e geçer geçmezpodcast programlarımı kurdum. Kimse iosta da var sen bulamadın demesin valla çığlık atarım. Apple podcastlerde her kullanıcı bulunmuyor maalesef, acı tecrübeile sabittir. Yani telefonu köküne kadar kullanacaksanız Ios almayınız. Podcastlere girince baktım ki bir zamanlar blogunu vakit ayırıp okuduğum Fularsız Entellik de gelmiş mecraaya.. Aslında ios ta iken de fark etmiş olabilirim bak onu. Neyse bir yayında The Big Short diye birfilm adı geçti. Şimdi size filmi anlatmak isterim.
The Big Short(2015) filmi açılış sahnesi...

Film Mortgage krizi hakkında. Kriz, gümbür gümbür gelişi ve onu öngöremeyenler.. Çok farklı tipler var aslında. Oyuncu kadrosu da hiç fena değil. Brad Pitt'i sarışınlığı ve renkli gözü sayesinde pek sevmem. Film bitince bu karakteri kim oynadı o ne güzel oyunculuktu öyle diye bakınca gördüm adını 😅 Ama esas rollerden birinde oyunculuğunu beğendiğim Christian Bale var. Filmi bana öneren İmmanuel Tolstoyevski "Bilal'e anlatır gibi anlatmış" diyor. Yani ben Bilal bile değilim üzgünüm :) Bazı yerler anlaşılmazdı benim için ama kendime çok farklı çıkarımlar yaptım. Bu arada altyazılı izlediğim için bazı kavramların çevirisi ile günlük hayattaki ekonomik karşılıkları da farklı olabilir.
Evet filmin 69.dksı civarındaki sahnede sistem ve ona olan güven çok güzel sorgulanıyor. Aptallık mı dolandırıcılık mı yaptıkları? Aptallık diyorlar ve teyit etmek için birşeyler yapıyorşar. Neyse çok anlatmayacağım filmi. Mark Baum karakterli biri onca küfrüne rağmen ve filmin sonunda yaptıkları riskli yatırımın tam kaymağını yiyecekken yaptıklarının etik yanını sorguluyor. Dr Bury ise her zamanki kafası kırıklardan. Film sonunda verilen bir detay huzursuz etti beni ondan yana.Mortgage krizini 3 sene önceden tahmin eden adam şu an "Su" ya yatırım yapıyormuş. Evet su. Bu bile anlatmıyor mu başlı başına nasıl bir balonda yüzüp, neleri dert ettiğimizi. Çok afedersiniz ...umuzu temizlemeye temiz su kullanan bizlerin torunları acaba temiz suyu ne amaçla kullanacaklar?
Başka bir karakter hatta karakterlerden. Yırtmaya çalışan iki delikanlı. Öngörüleri ve pis kokuyu almada burunları sağlam. Yine de o kadar uzak vizyon sahibi olmadıkları danslarından aşikar. Aptallık mı diye teyite onlar da gidiyor ve bakıyorlar sistemin şeklinden kaynaklanan bir açık var ve kimse görmüyor. Bu arada filmdeki Jenga örneği de enfesti başlardaki. Ve bizim delikanlılar sevinçten oynamaya başlıyorlar. Onlara haklı olmaları durumunda kendilerinin kazanacakları ama binlerce, milyonlarca insanın evsiz,işsiz kalacağı konusunda sertçe ayar veriyor Ben Ricker. işte filmin sevdiğim adamı, Brad Pitt'in rolü. Filmde karanlık adam olarak resmediliyor aslında. Çok parası ve çok iyi pozisyonu varken birden sistemden tiksinerek kaçan eski bir borsacı. Bizim delikanlılar onu arayıp oyuna çekene kadar ne mi yapıyor? Bahçesinde sebze ekip biçiyor, köpeğini gezdiriyor falan. Hatta toprağı petrokimyasal ürünlerden arındırmak için ürin ya da kül suyu kullanımı gibi önerileri bile var filmde, ne kadar simsarlar kıymet vermese de. Sonuçta o dünyanın sonunun yaklaştığına inanan bir manyak değil mi :) Tohumların yeni bir para birimine dönüşeceğine inanması da tamamen saçmalık zaten. tohum derken tabii ki atalık tohum, kimse Monsanto aldıramaz o adama. Kafası çalışan adamların herşeye aklı erdiği düşünülür de böyle mevzularda neden öngörülerini kimse takmaz aslında filmde bunun cevabı.
Ve Mark Twain'in sözünün devamı.. 
Sisteme karşı herkes, siz,ben, komşum, halam, dayım öyle güveniriz ki yıkılmasını istemeyiz, çıkarlarımıza bile olsa. Yıkılacağını öngörmek bile fazladır bize; bunun yerine bazen kafayı kuma gömmeyi tercih ederiz. Yani burada sistem kelimesinin önüne sağlık,eğitim, borsa,ekonomi, çalışma şartları, gıda falan ne koysanız olur. Devlet bile olur. Aslında buradan Osmanlı'nın son demlerine falan yürümek vardı ya kalsın orası da kusur. Birgün podcast yapmaya karar verirsem 20 dk dan aşağı olmayacak bak söz veriyorum :) Aslında buradan bir de insan psikolojisi, dayanılacak güç,ilah, sonluluk-sonsuzluk temasına girmek vardı. Ayyyhhh sıkıldınız biliyorum belki de çoktan kapattınız sekmeyi. Olsun. Bazen kimse okumayacak olsa da ilgisini çekene ulaşabilme ihtimali mutlu ediyor insanı. Neyse konuya dönersek; tabi bunların bir tür savunma mekanizmları olması dışında da bir seçenek var: Aptallık. Böyle geçiyor filmde. Ama bu kadar aşağılayıcı kullanıma gerek yok bence. Vizyonsuzluk, geleceği görememek, Perşembenin gelişini Çarşambadan anlayamamak falan yani bu benim için. Ben de de oluyor bu. Finansal dehanın da insan ilişkisinde oluyordur belki de. Mükemmel değiliz elbet. Ama bazen çiğnediğimiz, tükürüp attığımız fikirlere şans mı versek acaba diyorum? Hani artık buradan sonra çocuk gelişimine bırakın da bağlayayım. Çocuk da kendince etkin bir fikirle gelir bize. Sonra biz onu ne yaparsak yaparız, demeye dilim varmadı söz konusu çocuk olunca. Onlara da şans versek. Bazen bizim evde benim göremediğim bir şeyi onlar görüyor mesela. Böyle bir nevi.. Bugünkü yazıda bolca önyargı, sistem, gelecek yordama, sınırlılık, farklı fikirlere açık olma ve vizyondan bahsettim sanırım. Bir sonraki film yazısı Gattaca hakkında olacak. Onu da podcastten duydum. Barış Özcan da yorumlamış zaten. o da güzel bilim kurgu. Spoiler istemeyenler izlesin gelsin pleaaaaseee.. Not: Gattaca 'yı kim önerdi bilmiyorum ama size 2 hafta 1 gün deki podcastleri önerebilirim. Yekta Kopan, Pelin Batu, hele hele Vedat Milor ile olan bölüm. Sahi daha önce Vedat Milor'un cv sini okuyan var mı aramızda?😉

  

08 Mayıs, 2016

Bu detoks başka detoks!!! Karşınızda "Dijital Detoks"



Sabah sabah nereden aklına geldi bu demeyin a dostlar. bu yazıyı okuyunca hak vereceksniz bana

ayni-anda-birden-fazla-isle-ugrasamamanin-dayanilmaz-agirligi
İşte bu yazı son haftalarda beynimin bana verdiği mesajları anlamamı sağladı. son birkaç hafta aşırı yorgunluk teşhisi ile muzdariptim kendimce. Yemem içmem sağlıklı idi ama bir kaçak vardı. Sonra birden durup aklıma gelenleri yapmaya başladım.
  1. Önce telefonun yedeğini almakla başladım işe. Ya kaybolursa silinirse kaygısı gidecekti zihnimden. Bu sırada elim değmişken çıktı alıp hatıra kalmasını istediğim fotoğrafları da ayrı klasöre aldım. 
  2. Sonra D sürücüsün bazı önemli şeyleri aldım. Sonra baktım masaüstünde 45-50 tane öge var. Onları da yedekledim hariciye. Ekranda kısayol bile kalmadı :)
  3. Sonra telefonu yedeklemeye başladığımda ne kadar çok whatsapp mesajı geldiğini gördüm  ve onları okuyacağım, muhabbetten geride kalmayacağım diye elimdeki işi defalarca yarıda bırakışımı. Sonra aynı şeyin facebook için geçerli olduğunu fark ettim her ne kadar aktif kullanmıyorum desem de her mecraada. ne yapabilirim derken bildirimleri kapatmanın çözüm olduğunu gördüm. En azından sadece üzernde sayı yazıyor. Çok merak etmiyorum bazen 24 saat içinde bakmak bile gelmiyor aklıma. İyice bağımlılık düzeyinde değilseniz bence iyi bir başlangıç. 
    • Uygulaması şöyle: WhatsApp bildirimlerini kapatmak için Ayarlar – Uygulama Yöneticisi – WhatsApp yolunu izleyiniz. Açılan pencerede Bildirimleri Göster kısmı işaretli olmayacak. Böylece WhatsApp’ta size bir mesaj gelse bile telefonunuz bunu bildirim ekranında göstermeyecektir ve ses çıkarmayacaktır. Fakat uygulamanın ikonu üzerinde kaç tane mesaj geldiğine dair bilgilendirme bulunur. Bunu tüm programlar için uyarlayabilirsiniz.
  4. Bu da bitti. İlk yedekleme aşamasında yaptığımı diyeyim. Açıkta bıraktığım sekmeleri yer imlerine kaydetmeye başladım. Takribi 200 kadar kaydettikten sonra sıkılıp hepsini kapattım. Kapattığımda kapatılan sekme sayısı 632 yazdı ekranda 632 :o ne kadar beynim yorulmuş düşünsenize..
  5. şimdi mobildeki veriler yer imleri bilmem ney de önemliydi diyenler için de şöyle birşey yapıyorum. Firefox, Chrome neyi kullanıyorsanız hem telefona hem bilgisayarda onu açın ve bilgisayardan da telefondan da senkronize ayarlarını yapın.  Bunu da anlatalım bir ara gerekirse. Böylelikle çalışmanız (eğer gerçekten varsa) bölünmemiş olacak. Açık sekmelere, kayıtlı yer imlerine her yerden erişim olanağına sahip olacaksınız. Hatta kapatılan sekmelere bile.
Şimdi ben bu adımları yaptım. Neler mi oldu hayatımda. İş evraklarını hazırlamak daha kolaylaştı. Hatta telefonu yedeklerken tüm mesajları sildim. eşimi hep kıskanırdım sadece benim mesajlarım dururdu telefonda gerisi hep geldikç siler önemli ise önemi bitene kadar durdurur sonra hemen siler. işte telefon öyle oldu. Bn daha az gruplarda vakit geçirmeye başladım. "Ayyy o ne paylaştı acaba? ,"Şimdi ne muhabbeti dönüyor" kaygılarım sona erdi.
Büyüyorum galiba git gide. Bu 30 un başı ayrı erdem, sonu ayrı erdem oldu bende. Erdem demeyeyim aslında. 30 'un başı sakinlik, sonu da karakter oturması şeklinde ortaya çıktı. Artık olanları kolay hazmetmiyorum hele de yakın insandan geldiyse. Affediyorum, unutuyorum, hazmediyorum yani elbette çünkü konuşuyorum. Ama konuşmaya, kendimi yalın halimle ifade etmeye ancak hazır oluyorum. genel sınır 1-2 gün. Bazen haftayı bulduğu oluyor o insanla bu konuşmayı yapabilecek seviyeye gelmem için.  Unutmak değil meselenin üstünü kapamak da değil artık o meseleyi halledip aradan çıkartıyorum. Zihnim bir daha o meseleyle yorulmuyor. bu da bir çeşit detoks yani :) Yazıda yerinin bulması belki de ondan.
Beynin çalışmasında üstünü ört mantığı işe yaramıyor. O orada yer kaplıyor. Harddiskten Shift+Delete ile siler gibi silmek lazım yani :) Bu da ancak karşı tarafla konuşarak düğümü çözümleyerek oluyor.
Bugün anneler günü. Son bir buçuk senedir annemle tek sefer kavga ettik o da aynı evde yaşadığımız 2.5 ayın son gününde. o kadar olur. anneler günüde Damla Çeliktabanın da güzel yazısı var tavsiye ederim anneler ve kızları üzerine. Biz sevgisini gösteremeyen nesil elinde büyüdük doğru, bu değişmez gerçek. Lakin bunu bilincimizin altında, üstünde, bir yerinde tutmaya devam edersek gün gelir çocuğumuz: "Aynı anneannem gibisin belki ondan betersin" der bize. Bırakın artık geçmişi. Affediyorum deyin, seni seviyorum deyin. Uzaktaysa da siz duyun dediklerinizi. diyecek cesaretiniz yoksa ya da. Bir müddet sonra iyilik galip gelecek ve yaralarınızın teker teker sarılmaya başladığını hissedeceksiniz.
Annemi hep severdim ama onun beni sevmemesinden dertliydim. Şimdi olduğu gibi kabul etmeye başladığımdan beri o da beni daha fazla düşünür hale geldi. Doğumuma gelmeyip "Tatile gitmeyi düşünüyorum o ara" diyen kadın, parmağımda dolama çıktı diye ertesi günü otobüse bindi geldi. Bunları yazdım ya aklıma bir hikaye geldi.
"Meşhur İbrahim Ethem hazretleri Belh padişahı, 7 sene tacını tahtını bırakıp gitmiş. Süfli bir hayata girmiş. Süfli hayat derken haşa zahirde, görünüşte. Karnı doyacak kadar yemek yemiyor. Sırtı yeni elbise görmüyor. Bir pardösü varmış sırtında setri avret için, doksan tane yaması varmış. Şeyh efendisinin dergâhına yedi sene odun çekmiş. Her sabah kalkıyor, halatını boynuna atıyor, dağa çıkıyor, odunları alıp getiriyor dergâha. Yedi sene boyunca her gün bunu yapıyor. Bir gün, beş gün, on gün değil; bir ay, üç ay, beş ay değil; yedi sene bu hizmeti görmüş. Yedi sene sonra yine aletini eline alıp oduna giderken Şeyh efendisine demiş ki: "Efendim, bana bir himmet edin!" Şeyh efendisi tenkit etmiş "Yürü. Sen himmeti kazandın mı ki, himmet istiyorsun? Haydi yürü. Bostancı bostanının su zamanını bilir" demiş. Azarlamış, göndermiş. Başka bir dervişe görev vermiş, demiş ki: "Ayaklarına mahmuz tak, şu Belh Padişahı İbrahim Ethem gidiyor, onun arkasından kavuş, onun çıplak ayaklarına o mahmuzla vur, gel. O döner, sana bakar, yüzüne tükür. Yüzüne tükürdüğün zaman elbet bir şey söyler. Ne söylerse gel bana haber ver." O gidiyor, İbrahim Ethem'e kavuşuyor. Mahmuzlarla ayağına çarpıyor. Vurdukça kan akıyor. İki oluyor, üçüncüde dönüp bakıyor; derviş yüzüne tükürüyor. İbrahim Ethem şöyle söylüyor: "Git babam. Senin dediğini ben Belh'te bıraktım." Derviş bu cevabı alıyor, dönüp geliyor. Şeyh efendi soruyor: "Yaptın mı görevini?" "Yaptım efendim. Emriniz üzerine tabanlarına, çıplak ayaklarına vurdum. Vurdum deldim. İki defa vurduğumda bakmadı. Üçüncü defa vurduğumda döndü, baktı. Yüzüne tükürdüm. Şu ifadede bulundu: 'Git, babam. Senin dediğini ben Belh'te bıraktım.' Şeyh efendisi: 'Hâlâ Belh'i unutmamış, diyor, yani Belh'te padişahlığını hatırlıyor. O zaman hiddet vardı. Gadap vardı. O zamanki halimle ben sana bir şeyler yapardım; şimdi ben hiddetimi, gadabımı Belh'te bıraktım, demek istemiş. Ama o Belh kelimesi ağzından çıkmış.' İbrahim Ethem gelince: 'Git. Sen Belh'i unutmamışsın. Himmet mi istiyorsun?' diyor." 

İşte Belh hala aklımın bir kenarında, daha yürünecek yolum çok var demek ki.. Herkese mutlu, huzurlu, barış dolu Pazarlar diliyorum Allahtan. Annelerin de anneler günü kutlu olsun. Tüm anneler evlatlarının mutluluğuyla mutlu olsun..<3 <3










Kaynaklar:
https://tugbakaplan.wordpress.com/2013/01/21/teknoloji-detoksu-geliyor/
http://www.mobilbey.net/whatsapp-bildirimlerini-kapatma/6212
http://www.yenisafak.com/yazarlar/rasimozdenoren/belhi-unutmak-849


30 Ocak, 2016

Fermente Morina Balığı Yağı Üzerine-1

Merhaba. Beslenme biçimimiz günbegün değişiyor her gün yenisi eklenen bilimsel makaleler ve okunan eski kadim bilgiler ışığında. Bu da bir serüven galiba. Bugün size bir üründen bahsetmek istiyorum: Fermente  morina balığı yağı. İngilizcesi “fermented cod liver oil”. bloglarda yazılarda fclo kısaltmasıyla dünya kadar tecrübe ve yazıya ulaşmanız mümkün. Nedir, ne işe yarar önce ondan başlayalım. Zamanım çok fazla olmadığından ve tüm kaynaklar yabancı olduğundan birkaç posta halinde yayınlamak benim için daha kolay olacaktır.

Öncelkile bu yağı şu yazıda okudum ilk kez. Sonra yazarıyla iletişime geçtim. Amerika’yla bağlantısı olan biriydi ve getirtme şansına sahipti. Aylarca araştırdım getirtebilir miyim, gümrükten geçer mi, bir sıkıntı olur mu diye. Fiyat olarak da yüksek bir ürün. Eğer gümrükte kalırsa İstanbul’a gitme şansım da yok. Velhasıl en sonunda bizim grup vasıtasıyla Amerika’ya gidecek birilerine ulaştım ve hem Carlson d vitamini hem de bir şişe Green Pasture marka fclo ısmarladım. Elime geldi, tecrübelerimi yazacağım elbet ama önce nedir bu onu anlatayım.

FCLO diye geçen yağ bir omega-3 takviyesi en temel anlamda. Özelliği aynı zamanda içeriğinde doğal D vitamini bulundurması. Morina balığı soğuk denizlerde yaşayan çok iri bir balık türü. Eskimoların D vitamini ihtiyaçlarını bu balığı yiyerek karşıladıkları biliniyor. Aslında ne kadar büyük hikmet değil mi düşünene?  Güneş olmayan yerde dünyanın en yüksek D vitamini oranına sahip balığı yaşıyor. Sadece D vitamini de değil, A vitamini içeriğinin de yüksek olduğu biliniyor fclo’nun. Şimdi kendi sitelerinden indirdiğim raporlarda olan verileri paylaşacağım. Tabii ki diğer taraftan da değerlendirmeye alacağım bu yağı sadece üretici firma tarafından değil.

İçeriğindeki D vitamini oranının 80 IU/ml olduğu yazıyor raporda. Bu oran aktif D vitamini olarak da düşünülmüş olabilir. Çünkü kendi yaptırdıkları analiz sonuçlarında yıllara göre çıkan bir nevi besin değerleri tablosu da şu şekilde yayınlanmış. Yani ml başına ortalama 1200 IU vitamin D düşüyor. Son senede eğerlerin ikiye katlanması da dikkat çekici. Lakin eleştiriler başka yazıya kalsın. Tabloda bahsedilen yüzdelik olarak verilen EPA ve DHA ile alakalı daha detaylı okuma yapmam gerekecek. Omega-3 takviyesi olarak da alan çok bu yağı.

image

Gelelim benim tecrübeme. Kendim ve iki çocuğum için aldım. Şu an kullanmıyorum. Nedeni de araştırmalarım sonucu önceliği karaciğer ve bağırsak temizleme olayına vermem. Burada Dr. Karatay’ın bir uygulaması da önemli. Karatay hastalarına genellikle enjeksiyon şeklinde öneriyor D vitamini alımını. Bunun nedeni olarak da ağız yoluyla emilimdeki bozukluğu gösteriyor. Sn. Karatay’ın okumalarına güveniyorum. Gerçekten yağ sentezi ve deposu yapılan organımız karaciğerde bozukluk varsa yahut da emilimin yapıldığı bağırsaklarda sorun var ise ağız takviyesi bir işe yaramayabilir. Ki ben de böyle düşünüyorum. O yüzden önce bunların temizlenmesi gerektiğine inanıyorum. Bir de Dr. Natasha Campbell var şu meşhur GAPS diyeti mucidi. O da aynı veriyle farklı yoruma ulaşmış Smile Bağırsakları düzeltirken bunu da kullan ikisi aynı anda olsun diyor. Bir veri üç sonuç.. Sabah mesaim bitti. Kahvaltı hazır. Başka müsait zaman yine okuyup yazmak dileğiyle..

27 Ocak, 2016

Kolay Ekşi Maya Yapımı ve Ekşi Mayalı ekmek

Bakmayın şimdilerde yapmadığıma. Bir zamanlar müptelasıydım ekşi mayalı ekmeğin. Şimdilerde biraz glutensiz beslenmeye çalışıyorum o nedenle bir durağanlık sürecine girdi ekmeklerim. Yalnız şunu diyeyim. Her zaman sade ve pratik bir insan oldum. Bu nedenle 7 günde, 10 günde yapılan mayalar bana zor geldi. Saati saatine bakım yapamadım çünkü uyuyakaldım iki küçük çocukla bazen. Bazen de uyku saatlerine denk gelmesin diye erken kattım malzemeleri. Günde farklı saatlerde 5 uyku seansı geçirdiğimiz için bu nedenle gece-gündüz her saatte zorlanmıştım. Sonra karşıma şu tarif çıktı. Ekmek makinesine en başından beri karşıydım. Ekşi mayalı ekmeği tam kıvamında pişiremiyordu, ona uygun ayarı yoktu. Mecburen fırında pişiriyorum. Şimdi buradaki maya ve benim yaptığım ekmeğin tarifini paylaşacağım. Fırında yaparken de elektrik çok israf oluyor. Bu yüzden gece saatlerini yahut -en sevdiğim- sabah saatlerini tercih ediyorum. Tabii kahvaltıya yetişmesi için sabah 5'te fırının açılması lazım. 15 dk ısınma sonrası 1 saat kadar pişme, 15 dk dinlenme, 1 saat demlenme derken sabah 7.30 da kahvaltıda hazır oluyor taptaze ekmekler.. Devamında hazır ısınmış fırınd elektirk israfını azaltmak için fırından ekmekler çıkmaya yakın hemen bir börek/tatlı vs yapıyorum yahut güllaç cips. Bazen leblebi için nohut. Bu sayede ısınmaya gerek kalmadan ikinci çeşit de çıkıyor ortaya. Hepimiz zaten yapıyoruz böyle şeyleri aslında demeye gerek yok..
Ekşi mayayı şöyle yapıyorum:
  • 1 su bardağı ekşimiş yoğurt(Ekşi yoğurdu ne yapayım diye düşünmeye son :) )
  • 1 su bardağı çavdar unu
Malzemeler sadece bunlar.. Yoğurdunuz ekşi olmayabilir, bu durumda limon suyu sıkabilirsiniz ekşimeyi kolaylaştırır. Yahut ona da gerek yok ben akşamdan taze yoğurdu tezgah üstüne bırakıp yatıyorum. Sabah ekşimiş oluyor. Un seçimine gelince ekmek sanatı sitesinde marka marka verildiğini okurdum hep. Ne gerek var demeyin undan una fark ediyor bu iş gerçekten. Hazır çavdar ununda denedim istediğim kıvam, doku oluşmamıştı. Halil Ayar beyin unlarından  yapıyorum ben de Cahide gibi. Tam buğdayım da ondan geliyor. Kg fiyatı da uygun diğer yerlere göre.
Peki mayanın olduğu nasıl anlaşılır ve dikkat edilecek şeyler nelerdir?
  • Öncelikle mümkünse deterjanla yıkanmamış 1 ltlik cam kavanoz. İçindeki kötü bakterilerden emin olmak için kaynar su ile çalkalansa yahut içinde kaynar su 5 dk bekletilse daha güzel olur.
  • Karıştırmak için tahta kaşık. Bunu da kavanozla birlikte sterilize edebilirsiniz daha güzel olur.
  • Kavanozun ağzını kapatmak için mümkünse 3 kat tülbent yahut pamuklu bez. Bu da mayamızın oksijen alıp toz partikül almamasını sağlayacak. 
Bunları hazırladıktan sonra önce yoğurdu sonra yavaş yavaş unu koyup karıştırıyorum topak kalmayıncaya kadar. Sonra tülbenti kapatıp lastikliyorum. Bırakıyorum kendi haline. Yandan yahut üstten göz göz olana yahut köpürüp taşana kadar bekliyor benimkiler. Genelde bu işlemi gece yatarken yaptığım için pek saat tutmuyorum ama en geç olsa olsa 10 saatte olur herhalde. En erken 4 saatte olduğunu biliyorum. Kışın da yazın da bizim evin sıcaklığı aynı. O yüzden bizim ev için fark etmiyor ama hızlı olmasını isteyen kalorifer peteği üstüne de koyabilir.
Bu ölçüleri bu şekilde ayarlamamın sebebi oluşan iki bardak mayanın 1 bardağını o an yapacağımız ekmekte kullanmak diğer kalan kısmına da yine un-su ilavesi yapıp mayayı devam ettirmek.
Çavdar ununun kullanılış sebebi daha çabuk mayalanması. Tam buğday ile yapılırsa süreç uzayabilir. Hiç denemediğim için bilemeyeceğim. İlk mayası çavdarla olduğu için ille onunla devam etmek gibi bir zorunluluğunuz yok. Devamında istediğiniz unla mayayı devam ettirebilirsiniz.
Mayayı yapım aşamasını anlatmakla geçsin bugün küçük uyanmadan  bitirmek zorundayım çünkü :( gece yahut yarın da bazlama ve ekmek tarifini koyayım. Hem foto da koyarım bugün yaparsam. Hiç foto yok arşivde :) Evet uyandı mesai devam ediyor. Şimdilik hoşçakalın. Yazıya foto eklemesi yapacağım ilk fırsatta..

 

01 Ocak, 2016

Açlık Oruçları

Görsel alıntıdır.
Bir deneyim yazısı da benden olsun istedim. Günlük hayatta herkese anlattığım şeyi neden internette bilgi arayan insanlara sunmayayım ki? Uzun bir yazı olabilir hazırlıklı olunuz :)
Kimi  cahilce kimi cesur buluyor böylesi deneyim yazılarını. Benimki öyle ağır bir program değil. Üstelik bir hekim desteğiyle gerçekleştirdiğim için bünyeme zarar vermediğimi dünüyorum. Hekimim aynı zamanda Sağlık Bakanlığı'nda da hekim olarak hizmet veriyor çünkü. Her iki koldan da kontrol altındayım yani :) Artık bunun üzerine konuya geçebilirim.
Bu yazıyı yazarken "ben yaptım, oldu" demekten ziyade yapacaklara, tereddütü olanlara destek verme amacını güdüyorum.
Beni tanıyan görenler bilirler ki, tipik “diyet” dediğimiz olaya ihtiyacım yok. Ama dertlerim de çok. En basiti kilo alamamak. Geçen sene alternatif bir arkadaşım vardı: "başka bir arkadaş mümkün" kavramı da uyar ona  yani farklıydı herkes gibi değildi :) İlk tanıştığımız gün "Oruçluyum" demişti iftara çok az kaldığını söyleyip yandaki lokantada yemek teklif etmiştim. “Hayır” dedi, “iftar etmeyeceğim. Bu açlık orucu…”
İşte o andan sonraydı açlık orucu, Aidin Salih, Mehmet Ali Bulut vs. okumalarım. Bu isimleri küçük görenler de olabilir elbet. Bunların dışında Canan Karatay, Kemal Özer, Ahmet Aydın kitapları, yüzlerce blog sayfası, dosya, facebook paylaşımı okudum, çeşitli gruplar buldum. Neden çoğu çevrimiçi kaynak? Çünkü araştırdığım konuların birçoğunun Türkiye’de basılmış bir kitabı yok henüz. Hem en güncel veriler araştırmalar da internetten duyuruluyor. En yakın kitap olarak Natasha Campbell’ın GAPS diyeti kitabı söylenebilir. O da henüz elimde yok. Kitabı alınca ona ayrı ve özel bir yer vereceğimi belirtmeden geçmeyeyim.
Gelelim bana. Mehmet Ali Bulut "Can Boğazdan Çıkar" kitabıyla başladım. Arkadaşım hiçbir isim vermemişti bana. Bilgiyi bana buldurdu resmen ilmek ilmek. O anlatsa karşı çıkardım muhtemelen. Arkadaşın iyisi tarzından belli olur :) Kitabın önsözünde Aidin Salih ismini gördüm. Nette aradım kitabını olduğunu gördüm. İçinde ne olduğunu bilmediğim kitap 40 tlye satılıyordu almaya cesaret edemedim. Arkadaşın kütüphanesinde görünce ödünç alayım dedim. Şok: VERMEDİ :)) "Her an lazım olabilecek bir kitap", "Ama göz at" dedi. Baktım ve eve gidip sipariş verdim. En azından bitkisel ilaçlar vardı içinde onlara değerdi.
Kitap geldi. Herhalde 450 sf kadar olan kitabı 2 haftada bitirdim üstelik bir çocuğun wc alışkanlığının başladığı, diğerinin 2 aylık olup sürekli ağladığı süreçte. İlk açlığımı yapmaya karar vermiştim. Ne olabilirdi ki? Çok da güzel motive olmuştum kitap içindeki hikayelerle. Magnezyum sülfat alındı, katı meyve sıkacağı vs. Zaten evde değişim de başlamıştı o dönem. Mayalar, sirkeler yapılıyor; temizlik malzemesi deneniyordu sıklıkla. Evet, bir gece 19.00'da niyet ettim ve başladım.


1 günlük yahut 36 saatlik oruç dediğimiz oruç örneğin Pazar akşamından başlar, Salı sabah biter. Pazartesi günü kaza orucumu tutacaktım hamilelikten yadigar kalanları. Sonra devam edecektim biraz daha. Akşam 18'de yemeği bitirdim. 19'da niyet ettim ve 23'te magnezyum sülfat namı diğer İngiliz tuzunun içerek yattım. Allahım, hayatımın en kötü gecelerinden biri idi. Magnezyum sülfat aşırı derecede bulantı yaptı. O bulantıyla kusmamak için uyumaya çalıştım. Uyuyamadım, kusmak da istemedim ama çok kötüydüm. Elim ayağım titriyor, midem bulanıyor, kolumu dahi kaldıramıyordum. Eşim "Boz" dedi inat ettim. Lakin sabaha kadar ona eziyet oldu. Bebeğimi bile emzirirken tutamıyordum o kadar kötüydü. Saat 3 sularıydı sanki istifra ettim sadece su çıktı haliyle içimden :) 6 bardak su içmiştim yemek sonrası. Süte birşey olmasın diye. Çünkü bebek 4.5 aylıktı. Daha sonra doktorumla görüştüğümde MgS(Magnezyum sülfat)'ın yemekten 5-6 saat sonra içilmesinin iyi olduğunu, mümkünse bundan sonra sahurda içip yatmam gerektiğini söyledi. Artık öyle yapıyorum ve o günden sonra öylesi bir durum yaşanmadı. Ertesi güne gelince. Evet 36 saatlik bitti ama ben de bittim. Bütün gün aşırı yorucu geçen gecenin ardından koltukta yatakta yığılı yattım. Gece de gündüzden uykuyu toparladığım için uykum kaçtı. O bitkinlikle sabahı sabah ettim yani. Velhasıl bir daha düşünemeyecek kadar kötüydü benim için :)
İnternet hep olumlu hikayelerle dolu, benimki de böyle kötü başlayan bir hikaye. Allah hayırlı sona erdirsin temennim o. Arkadaşım bu arada araştırmış hekim bulmuş ve muayene olmuştu. Migreni, göz kayması ve bilumum rahatsızlıkları Allah'ın izniyle tek tek şifa buluyordu. Biz de iki bebek bir anne olarak randevu aldık ve hekime gittik. Neler konuştuğumuzu başka bir zaman anlatırım nasıl muayene olduğumu vs.
Reçete hazırlandı gittik 20 tane 1 günlük, 10 tane 3 günlük açlık daha da birsürü şey olduğunu okuyunca rafa kalktı bir müddet reçete. Cesaret edemedim çünkü. Sonra yine dayanamayıp hikayeleri, doktorun anlattıklarını düşündüm, okudum, dinledim. Yaşadığımın bir iyileşme krizi olabileceğine belki en kötüsünü o zaman atlattığıma kanaat getirdim. Hani toksin yüzeydeyse ilk açlıklar , derindeyse sonkiler ağır geçermiş. Benimki bitmişti belki de. Ve yine bir cesaret geldi. Aradan 2 ay geçmiş bu süre zarfında bebek 6.5 aylık..
Eşimin evde olduğu günleri tercih ediyorum. Cuma akşam başlayıp Pazar sabah bitiriyorum. Cumartesi en yoğun günüm oluyor pazar-market vs. O gün zorlanmıyorum ama Pazar günü çok aşırı bitkin olup bir lokma ısırık almak için deli divaneye dönüyorum. Gecelerim yine zorlu ama hiç değilse son 3 saate kadar kendim emzirebiliyorum. Sonrasında yardıma ihtiyaç duyuyorum. Eşim çok anlayış gösterdi kendi hiç ilgi duymamasına rağmen. Hatta o bile deneyecekti de ilk seferim nasıl korkunç geçmişse adamın gözü korktu :)
İkinci açlığımın peşinden benden kanama söküldü iki günlük. Ne idi ne değildi anlamadık. 10 günlük açlığın 5-7. günü böyle bir şeyin olabileceğinden bahsediliyordu kitapta. İlk yaptığımda da ortaya çıkan semptomlar 3-4. günü semptomlarına benziyordu. Bu olayı bende yağ olmadığı için vücudun direkt toksinleri atmaya çalışması olarak yorumladım. İnşaAllah da öyle olmuştur.
Sonra da uzun süre ara verdim. Ta ki miniğim havale geçirene kadar. Doktor hanım hastanede yattığımız sürede benim açlık yapmamı bebeğe benden bu sayede bağışıklık ile ilgili şeylerin geçeceğini söyledi. Yapamadım. Üç gün-gece boyunca kolunda serumlu bebeği yatak üstünde tutmaya çalışmak çok yorucu idi. Eve gelince de tam yapamadım ama hiç değilse günde bir öğün pişmiş yemeğe indirgedim kendimi. Listedekine benzer bir beslenme tarzı güttüm. Yaz olduğu için bol karpuz, semizotu, vişne, kiraz, incir, üzüm ile günler geçirdim akşama dek. Bana da iyi geldi bu kür. Kan değerlerim 4 ay önce 10 iken 12'nin de üstüne çıktı. Bu arada her ay hacamat ve sülük uygulaması yaptırmama ve kan kaybetmeme rağmen. Hele limonlu suyumu hiç bırakmadım. Geçen sene Aralık gibi başlamıştım. Bir senedir neredeyse her sabah içtim diyebilirim. Gittiğim evlerde limon yoktur diye bir kilo limon alıp gidiyordum yatılı misafirliğe düşünün :)
Bu süreçte neler oldu? Böbreklerim kolay kolay ağrımadı. yemekler arası en az 2 saati buldurmaya çalıştım. Su içmeye ve kaliteli tüketmeye özen gösterdim.  Hatta son 4 senedir Ramazanda hamile/lohusa olan ben borçları 100 günden sayıp kazaları tutmaya bile başladım. Bu sene de oruçtan sadece 10 gün fire verdim o kadar uzun yaz günü olmasına rağmen. Bunlar bile benim kendimce iyileşme emarelerim. İnandığın için öyle oldu diyen çıkabilir. Olsun, inancın bugüne kadar kime zararı olmuş ki? İhlaslı bir şekilde inanarak yapılan herşey insana sonuç getirir zaten.

Bu arada doktor hanımın "Zorlanıyorsa orucu tutmasın" dediği bir dönem vardı. Bir oruç sonrası gözüm aşırı derecede şişmişti inanılmaz bir şekilde. Susuz değildim ama oldu işte. Bir hafta kadar da sürdü, belki de ilk gün akşamı yediğim salatada tuzu abarttım bilemiyorum. İlk açlıklarda da sabah greyfurt suyunu içince boğazım şişer saatlerce daralır istesem de ağzımı açıp birşey ısıramazdım. Bademciklerim kalkan gibi kabarırdı, hayatımda bademcik şişmesi nedir hatırlamayan ben şiş bademlerle 2 saat gezerdim. Sonra geldikleri gibi giderdi bademcikler. Onlarda da vardır bir hikmet. Artık öyle olmuyor çünkü.
Peki şimdiki oruçlarım nasıl?  Şimdi de çok kolay geçmiyor. El-ayak titremesi oluyor ama bir püf noktası buldum Elhamdulillah. Gece daraldığım yerde soğuğa yakın ılık bir duş alıyorum hızlıca. Bu sefer çok değerli bir arkadaşımın tavsiyesi ile daha titreme başlamadan duşa girip çıkınca da kantaron-nane yağlarını karıştırıp masaj yaptım. İnanın gecem daha ferah geçti. Bundan sonra böyle. Bu arada belirtmeden geçmeyeyim, annelik ruhsatı adı altında 1 bardak meyve suyu hakkım var. Mümkün mertebe geç içiyorum-21'den önce elbette-, içmemeye gayret ediyorum. Bunu kitapta çok daralırsanız bir bardak su katılmış meyve suyu içip açlığınıza devam edebilirsiniz hükmünden herkese genelleyebiliriz aslında. Bu hafta Pazartesi günü spor seansım vardı akşam ve yolda iki çocukla olacağımdan kendime güvenemedim erkenden içip çıktım evden mesela. Spor yapmak belki de iyi geldi bu kadar. Lenf dolaşımının harekete geçmesi toksin atımını kolaylaştırıyor ne de olsa.. Detoksvari yazılarla yine devam edeceğim..

Kaynaklar:
1.) Gerçek Tıp, Aidin Salih.
2)https://ihyaca.wordpress.com/tag/oruc/page/3/
3)http://ramazan.risalesi.com/oruc-tutmanin-fazileti/



31 Aralık, 2015

Kozmik Detoks Sağlıklı Diyet Kitabı



Sayın Ahmet Maranki’nin eşiyle birlikte yazdığı kitap. Maranki kitaplarından okuduğum ilki. Genel olarak iyi sayılabilir. Ahmet maranki tıp alanında değil Endüstri mühensiliği ve sosyal siyaset alanında bilim adamlığı ünvanlarını almış. İlk dikkatimi çeken detay bu oldu. Eşi Elmas hanım tıp fakültesi yüksekokulu mezunu ve fizyoterapi gibi alanlarda eğitimi var. Bu aslında şunu gösteriyor.
1-) Herşey diplomayla olmuyor.
2-) Uzmanlardan el almak, sertifika edinmek de konu uzmanı olarak size kapıları açıyor.
Kitap hakkında eleştiride bulnumak gerekirse baskısı çok düzensiz. İçinde üst üste çok tekrarlar var. Aynı cümle belki paragrafı ilk 100 sayfada 4 kere okumanız muhtemel. Acemi bir akademik yazı gibi olmuş. Ben bile o kadar tekrar etmiyorum kendimi. İyi bir okumayla hem kitap daha düzenli olabilir hem de kısalabilir. Mesela başka bir konuda da tablo burada denmiş devamında araya başka konu konulmuş o konunun sonuna eklenmiş tablo 6-7 sf sonra. Bu sevmediğim yönü. Tabii ben kütüphaneden aldım kitabı. 2012 basımlı. Sonraki baskılarda düzeltilmiş olabilir durum. Bir de arada reklam kokan hareketler sezinledim :) Eşimle bu konuyu tartiştik o satış amaçlı ürettiği ürününün tanıtımını kitabında yapmasının normal olduğuna; ben ise sadece ürünün adını belirtmesinin yeterli, kendi markasını koymasının gereksiz olduğuna karar vererek kapattık konuyu. Gerisi size kalmış.:)

Kitapta birçok şeyi bulabilirsiniz. Masaj hareketleri, nefes teknikleri, özel duruşlar, sebze-meyvelerin özel faydaları. Kitaptan bayağı birşey öğrendim. En fazla aklımı çelen alkali-asidik meselesi oldu. Halbuki kitapta o kadar geniş yeri yoktu. Alkali beslenme hep duyduğum ama sadece su içmekle olduğunu zannettiğim birşeydi. Cehaletin gözü kör olsun:)  Ragner Berg alkali-asidik tablosu çok ilgimi çekti.

İşte bu tablo bana birçok şey anlattı. Şu an bir diyetteyim onunla ilgili bir yazı da hazırlanıyor süreç devam ederken. Diyette bazı gıdaların neden yasak olduğunu bu kitap bana çok güzel anlattı. İncelerseniz birçok öğün sonrası çektiğiniz hazımsızlık, şişkinlik, gaz meselesinin bununla ilgili olduğunu görürsünüz. Herşey çok yemekle olmuyor:)
Kitapta ayrı bir bölümde yemeklere ve tariflere yer verilmiş. Detoks içeceklerini, otellerde pişirilen yemekleri en ufak detayına kadar anlatması, günlük programları gün gün yazması ilk başta oluşan reklam kokan hareketler algımın sönmesine neden oldu. Hangi saat ne yenilmeli, nasıl pişirilir bulabilirsiniz. Şeker hiç kulanılmadan yapılmış tatlılar var, hepsi bal ile tabii :) Mesela Osmanlı pilakisinde kereviz de eklenmiş tarife. Nohutun gazını almak için ıslatılan suya 1 dilim bayat ekmek ve tuz atılması da püf noktalardan olarak verilmiş. Enginar dolmasına bayıldım. İçinde bulgur,pirinç,kıyma hiçbiri yok. Sadece sebzeler.
Radyasyon çayı da hepimize çocuklarımıza bile içirilmeli bence. Sitesinde tarifi vardı netten de bulabilirsiniz. Malzemeler her mutfakta olabilecek malzemeler.
Kitapta tarih yazmasa da ayın durumuna göre temizlik/detoks yapılması sanırım olayı “kozmik” boyuta taşıyor. Amenna med-cezirin etkisi var elbet. Herhalde ayın küçük olması yahut küçülmesi gerekiyor. Hicri ayın ikinci ve 3. haftaları yapılıyor kürler. Aidin Salihte de temizliklerin ayın henüz gözükmediği ilk günlerde yapmanın daha faydalı olduğu yazıyor.
Detoksun ne olduğunu artık hepimiz az çok biliyoruz. Gülben Ergen’in de geçen gün okuyorum diye paylaştığı Daniel Reid’in Detoks kitabı bu kitabın da kaynakçasında var. Bir de V.E. Irons’ın Sağlıklı Yaşam ve Detoks kitabı. Kitapta Alkalize or Die kitabından da bahsediliyor ama sanırım tercümesi yok henüz. İngilizce okumak isteyenlere önerilebilir.

Maranki, parazitlere ciddi önem veren bir şahsiyet. Çeşitli kürleri var ama kitapta yok. Kitapta nasıl bulaştığına, nasıl kurtulunacağına dair bilgiler var. Kaplıca ve termal suyun şifalarına, egzersizlere, katkı maddelerine, alkali suyun önemine, masajlara, nokta vuruşlara, nefes tekniklerine ve benzeri konulara da kitapta yer verilmiş. Önemli çok güzel ifadeler de var. Buradan sonra kitabın 20 tl etiket fiyatı olduğunu ve bir kere okunmasının fayda sağlacağımı söyleyerek alıntılar yapacağım. Aklımda kalması için yazmam en iyisi.
  • 1931 yılında  Dr. Warburg vücudu asidoz(fazla asit) ve hipoksiden(oksijen yetersizliği) kurtararak kanser hücrelerinin öldürülebileceğini bularak Nobel tıp ödülü almıştır. Kan ve vücut sıvıları alkali yapılarak bu durum sağlanabilir. Bir de radyasyondan uzak durmak elbette..

  •  Zaman zaman bedeni temizleyin. 1, 3, 7 günlük açlık oruçları tutun. Kesinlikle bağışıklık sisteminiz güçlenir.
  • Sebzeler temizleyici, meyveler besleyicidir.
  • Nefes sayılıdır, kader ömrü uzamaz ama kalan ömrünüzü kaliteli ve dik yaşarsınız.
  • Kalın bağırsak hastalığında belirtiler(ilginç gelenleri yazdım sadece bildiklerimizi değil); baş ağrısı, sivilce, konjonktivit, sinüzit, bronşit, astım, uykulu olma hali, seste bozulma
  • Kan asidozundan kaynaklanan rahatsızlıklardan ilginçleri; mide ekşimesi, sedef, sinüzit, aşırı yorgunluk, artrit, saç dökülmesi, vajina enfeksiyonları, depresyon, hiperaktivite, mantar hast..
  • Parazitler insan vücudunda eşeysel bölgeleri etkilediği gibi, özellikle erkeklerde kısırlık ve böbrek rahatsızlıklarına sebeptir.
  • Detoks programının hedefi asidik kalıntıları, hafif alkalik olan kan,lenf ve diğer vücut sıvılarının içinden dengelerini bozmadan çıkarmaktır.
  • Kan pH'ı 7.3'ün altına düsmemelidir, bu noktada su çok önemlidir.
  • Bilinen en hızlı alkalik yapıcılar havuç, pancar, elma gibi taze sıkılmış meyve ve sebze sularıdır.
  • Kronik asidoz kanda Mg ve Ca gibi alkalik minerallerin eksikliğinden oluşur. Diş çürümesi ve osteoporozun ana nedeni budur.
  • Himalaya tuzu mineral destek için kullanılmak istendiğinde 1/3 çay kaşığı tuz bir bardak suda eritilerek içilir. 
  • Deterjan, sabun ve şampuanlarda asidik olan tercih edilmelidir. Çünkü cilt ph ı hafif asidiktir. 
  • Asidik artıkların neden olduğu ana hastalıklar vardır. Osteoporoz, gut, kolesterol, diabet, böbrek, hipotansiyon vb..
  • Damarlar ve kan asidik olursa böbrekte damar duvarına yapışır v asidik klora dönüşürler, bu da taşa dönüşür.
  • Safra çamur ve taşları karaciğer kirliliğinden ileri gelir. Onların dökülmesi için 2-3 defa beden temizliği yapmak gerekir. Bazı durumlarda arka arkaya 3-4 arınmadan sonra arınma gerçekleşebilir.
  • Asit perhizi yapmak diyetin ilk adımıdır. Beyaz şeker, nişasta, yumurta, süt ürünleri dahil hayvansal gıdaları beslenmeden çıkartmak gerekir.
  • Gazlı bir içeceğin verdiği asidik ve CO2 li ortamı dengelemek için 32 bardak alkali su içmek gerekir!!!!
  • Pırasada çok önemli bir element olan Manganez bulunur. Emilim için demir, kalsiyum ve çinko içeren gıdalardan ayrı alınmalıdır. 
  • Havuçtaki keratonoid maddesi kan şekerinin kontrolünde önemli etkiye sahiptir. Yalnızca çiğ havuç bu nedenle diabet hastalarına faydalıdır. Havuç suyu içilirken A vitamini emilimi için azıcık zeytinyağı katılmalıdır.
  • Brüksel lahanası(her ne kadar asidik olsa da) en zengin K vitamini kaynağıdır. 
  • Vücudunuzun ihtiyacı olan proteini rahatlıkla fındıktan karşılayabilirsiniz. Artık madde bırakmadan protein verir.
  • Hıh, Hah, Hay, Hu kalbin sesidir.
  •  
  • Detoks süresince; sera domatesi, salça, tuz, un, şeker, terayağ, katı yağ, et ve tavuk ürünleri, beyaz ekmek, unlu mamüller, patates, pirinç, un, nişasta, yoğurt, süt ve peynirçeşitleri, siyah çay, nescafe, kahve kullanılmamalıdır. (Tuz himalaya/kaya tuzu sadece)
  •  
    İşte bu son cümle beni asıl bitiren olay.. Bundan sonraki yazılarda kendi detoks sürecimden bahsedeceğim biraz..






Kaynaklar:
1) http://www.saglikliyasamhaberleri.com/saglikli-beslenme-formulleri (30.12.2015 tarihinde resimler oradan eklenmiştir.)

26 Kasım, 2015

Hangi Suyu İçmeli



Merhaba yurdumun güzel insanları.. İnsan hiçbir şey yazmak yapmak istemiyor kötü haberler duydukça. Her gün de en az bir tane geliyor senin de kulağına biliyorum. Dünya böyle bir yer artık. Son günlerde iyice felsefik düşünür oldum. İnsanlara yasak koymak çözüm değil, bunu artık birilerinin anlaması lazım. İnsanların kendilerini iyi eğitmiş annelerin çocuklarına ihtiyaçları var. Eşimle konuştuğumuzda 3 çocuk diyor, ben anne baba ahlaklı, dinini yaşamaya çalışan insanlar, neden imkanımız da varken daha fazla olmasın diyorum. Hazır zaten okulsuzluk düşünürken çok çocukla bir zamanların popüler dizisi “Kalabalık ve Mutlu” olarak yaşar gideriz.


E efendim başlık başka içerik başka diyorsun, azıcık lafı uzattım affola. Hamilelik deyince aklıma geldi, ikinci hamileliğimde 9 ay boyu su içemedim, tüm sular koktu burnuma. Bir iki marka takıldım kendimce. O zaman böyle bir araştırma yapmış olsaydım şimdi bu kadar üzülmezdim.
İçme sularımızda florür, klor ve bilumum zararlı maddeler varmış efendim. Florürün etkisinden cok etkilendim. Çünkü direkt epifiz bezi bunu çekiyormuş ve kendisinde bu durum  kireçlenmeye neden oluyormuş. Epifiz bezi, hani şu üçüncü göz denilen, resmedilen muhteşem 3 hormon salgılayan muhteşem küçücük varlık.


Nazi kamplarında yahut birçok yerde insanların itaat etmesi ve yüce güçlerle bağının kesilmesi için sulara florür(fluoride) karıştırılıyormuş. Ne güzel değil mi, bizim ülkemizde de dişçiler inatla florürlü macun tavsiye ediyor. Sadece o değil borulardan gelirken karışan pislikler, lağım suları, katı metal atıklar.. Bunlar hep biz insan ırkının kenidinin yaptığı ve kendinin bulduğu şeyler. Su hakkında öyle şeyler okudum ki çok uzun süre su içemedim. Durumun bu kadar vahim olduğunu tasvir edip çözüm odaklı yaklaşalım.

1. En iyi yöntem; kaynak suyu kullanmanız. Hayır, size damacanayla gelen değil. Kendiniz gidip bir kaynak bulmalı ve oradan taşımalısınız. Tazeliğinden emin olursunuz ve güneş ışığında beklemediğinden. Çünkü su da bayatlar. Cam şişede birkaç saat ömrü olduğu söyleniyor. Toprak testide daha uzun ömürlü oluyor çünkü toprağın mineralleriyle alışveriş yapmaya devam ediyor. Nasıl bulurum koca şehirde belediyenin el atmadığı su demeyin. Osmanlı’dan kalan çeşmeler varsa onları sorabilirsiniz. Bazıları halen kaynak suyuyla devam ediyor. Yahut da benim gibi kentin su müdürlüğünü ararsınız: “Sizin su vermediğiniz çeşme var mı?” diye sorarsınız :) Yaptım, evime de nispeten yakın bir tarif aldım. Onun dışında kendi köyümde babamın sondajının suyunu, eşimin köyünde ise köy çeşmesinin doğal kaynak suyunu kullanmaya gayret ediyorum. Üstün bir lezzet beklemeyin sulardan benimkilerde yok en azından. Ama sağlıklı olduğunu bilince ondan başkasını istemiyor canınız. Yeni doğan yahut hücreleri bile yeni atılan bir evladınız varsa epifiz bezinin 1-2 yaş arasında olgunluğa erdiğini, günümüzün erken ergenliğinin sebeplerinden birinin de epifiz bezi kireçlenmesi olduğu düşünüldüğünü aktaralım.
2. Ev içi yapılacak yöntem. Tipik steril su hazırlanır. 5 dk kadar kaynatılır, altı kapanır. Mümkünse cam/emaye kapaklı bir kapta buzluğa atılır. Cam ise kabınız 1/3 ünü doldursanız daha iyi edersiniz. Yarısında bile patladığı oluyor. Yahut sürekli donup donmadığına bakmalısınız. Bu yüzden emaye saklama kapları kullanır oldum. İçine su doğruuu dolaba… Çıkınca eridikten sonra 24 saat içinde tüketmelisiniz. Yalnız çözünürken dikkat edin, kabın dibinde kalan tortu varsa-ki onlar olmazsa olmazlar bizde- onlar içine tekrar karışmasın. İlk müsait olduğu anda yeni bir kaba aktarın orada çözünsün. Su kristalleri yani buz kristalleri aralarına yabancı maddeleri kabul etmezler. Dolayısıyla kar tanesi berrraklığında bir su elde etmiş olursunuz.
3. Başka bir yöntem; dışarıdaki halis muhlis steril suları kullanmak; yağmur ve kar. Burada dikkat edilmesi gereken şey, 15 dk sonra suyu toplamaya başlamak. Çünkü bu iki güzel mucizenin ilk anları havayı mikroplardan, kirlerden arındırmakla geçiyor ve biriktirdiğiniz su siz görmeseniz de bunları içerebilir.
4. Bu yöntem sadece inançlı olanlar için geçerlidir. İnternette her ne kadar şu meşhur su deneyinin yalan olduğuna dair yazılar okudumsa da ben Kur’an’ın şifalı özelliğine inanıyorum. Kaynattığınız suyu mümkünse yahut aciliyeti varsa(önermiyoruz) normal suyu bir bardağa alın. Bir bardak daha olsun yanınızda. İki bardak arasında besmele yahut ayetler eşliğinde sırayla aktarın; 3-5-7 kez. Ne kadar dilerseniz. Sonra bu hareketlendirilmiş suyu için, bekletmeden için. Başka bir şekli ise suyu şişeye koyup 1-2 dakika boyu onu çalkalamak. Bu sayede suya hareket kazandırmış, ağırlığını atıp hafif içilesi hale getirmiş oluyorsunuz.
5. En zorda kaldığımda uyguladığım yöntemdir kendileri. Suyu bir şişeye doldurup içine bir kapak dahi olsa zemzem koymak. Zemzemin mucizevi etkisi malum. Suyu kendine benzetiyor molekül yapısı olarak. Gerçek zemzem olan sular yıllarca dursa bile yosun tutmaz. Zemzemin şifalı özelliğini değerlendiriyoruz böylece. Tüm su zemzem oluyor. Sirke ile de yapılabilir belki o da suyun molekül yapısını değiştiriyor. Tavsiyem zemzem.. Çaklkalayıp içmekte ve besmele çekmekte yarar var.

Su; bedenimizin, dünyamızın en önemli parçası. Tüm hücrelerde su bulunur, dünyadaki su oranına eş şekilde. İkisini de muhafaza etmek görevimiz. Kaliteli su içen kaliteli yaşam sürer. Çünkü o su içeride işleniyor, tükürük, idrar, kan, süt haline geliyor her birimizin bedeninde ayrı ayrı. Kendimizi, sevdiklerimizi seviyorsak eğer ilk önce sağlıklı yaşama buradan başlamalıyız. En önemli en elzem şey bir insana sudur. Susuz yaşanmaz ama aç yaşanabilir 40 gün boyunca.
Ben ettim siz etmeyin, bilinçli olun, sağlığımızı basit hatalarla kaybetmeyelim. Arıtıcılara gelince filtrelemeyle zararlıların yanısıra bazı minerallerin de filtrede kaldığı söyleniyor. Kimisi de sudaki minerallerin zaten insan vücuduna faydası olmadığını iddia ediyor.Bu konuyu iyice irdelemek, uygun marka bulmak gerek. Kullanmadığım, araştırmadığım şey hakkında yorum yapamam. O yüzden en kolayı ya evde yapmak yahut kaynaktan getirmek.
Bu konu hakkında ufkumu genişleten Aidin Salih, Kemal Özer ve Azra Kohen’e teşekkürü bir borç bilirim. Resimler görsellerden alıntıdır.